YÜZ ESTETİĞİ
Yüz gençleştirme estetik cerrahide en çok yapılan uygulamalardandır. Yaşlı yüz görünümünü oluşturan sebepler çok çeşitli olduğu için, yaşlanan yüzü daha genç, daha taze ve dinlenmiş gösterebilmek, birden fazla uygulama ya da ameliyatı (müdahaleyi), aynı anda veya bir birini takip edecek şekilde gerçekleştirmek ile mümkün olabilir. Yaşlanma sürekli devam eden bir süreçtir ve durdurulamaz, yaşlılıkla mücadele de sürekli olmalıdır.
Zaman, yer çekimi ve güneş gibi dış etkenlerin yüzde oluşturduğu değişikler sonucu, yüz; genç ve dinlenmiş görüntüsünü kaybederek; yorgun, sarkmış, kırışmış bir hal almaktadır. Yani yaşlı bir yüzde temel olarak; dolgunluk kaybı, kırışma, sarkma ve lekelenmeler meydana gelmektedir. O halde böyle bir yüzü daha genç bir görünüme kavuşturabilmek için yola çıkacak isek dolgunluk kaybı, sarkma, kırışıklık ve lekelenmelerle mücadele etmemiz gerekir. Bunlardan biri eksik olduğu takdirde ideal sonuca ulaşmak zorlaşacaktır.
Üst yüze baktığımızda yıllar boyunca tekrarlanan kaş kaldırma ve şaşırma benzeri mimiklerin sonucu olarak alındaki çizgilerin derinleştiğini ve kalıcı hale geldiğini görürüz. Yer çekiminin etkisiyle kaşları taşıyan cilt ve kas dokusu aşağı doğru sarkar. Üst göz kapakları yıllar içinde bollaşarak gençken tek kat olan cilt bollaşıp gevşer ve sarkarak iki kat haline gelir ve hatta kirpiklerin üzerine doğru düşerek görmeyi güçleştirir. Kaşların aşağı doğru inmesi de üst göz kapağındaki sarkmayı artırır. Hem alt hem de üst göz kapağında göz küresi çevresindeki yağ dokusunu yerinde tutan bağ dokusunun zayıflaması sonucu yağ yastıkçıkları ve göz altı torbaları oluşur. Göz altı torbaları genellikle alt göz kapaklarında daha belirgin olmakla beraber her iki göz kapağında farklı miktarlarda görülebilir.
Alt yüz ve boyun bölgesine baktığımızda yer çekiminin etkisi ve boyun derisini taşıyan platisma kasının zayıflaması sonucu boyun derisinin gevşeyerek aşağı doğru sarktığını ve çeneyle boyun arasındaki hoş kavsin kaybolduğunu, yandan bakışta çeneden boyuna düz bir geçiş oluştuğunu, boyun orta hatta ve yanlarında platisma kasına ait sarkmaya bağlı bantlar meydana gelir ve hindi boynu deformitesi görünümü oluşur.
Orta yüze baktığımızda hem yanaklardaki yağ miktarının yaşla birlikte azalması sonucu hem de bu yağ yastıkçıklarının cildi taşıyan mimik kasları ve deri ile birlikte aşağı doğru sarkması sonucu genç yüzde belirgin olan yanaklar ve elmacık kemikleri bölgesi basık ve hatta çukur bir hal alır. Burnun her iki yanından başlayıp ağız çevresinden aşağı doğru inen katlantılar (nazolabiyal oluk) derinleşir. Ağız çevresinde çepeçevre dudaklara dik çatlaklar oluşur. (Barkod Çizgileri)
Yağ dokusu enjeksiyonları lokal anestezi ile veya genel anestezi ile yapılabilen uygulamalardır. Kişinin kendi vücudundan bir enjektör veya ince bir kanül yardımı ile alınır. Yine bir enjektör iğnesi benzeri ince bir kanülle yüzün gerekli bölgelerine verilerek dolgunluk kaybı giderilmeye çalışılır. Yağ dokusu içinde kök hücre barındırdığı için, uygulandığı bölgeye dolgunluğun yanında taze ve dinlenmiş bir görüntü de vermektedir. Hacim olarak vücudun bir yerinden alınıp başka bir yerine taşınan yağ dokusu genelde %50-60 oranda kalıcıdır. Taşındığı bölgede hangi miktarda kalıcı olduğu genellikle ilk 3 ay içinde belli olur. Yani elde edilen dolgunluk yeterli değil ise en erken 6 ay sonra olmak üzere 2 ya da 3 defa tekrar edilmesi gerekir, yeterli kalıcı miktara bu şekilde ulaşılabilir. Yağ dokusunun kalıcılığı kişinin yapısına ve sigara içip içmediğine bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
Yüze yapılan yağ enjeksiyonları yüzde uygulama yapılacak bölgelere ve derinlik planına göre mikro-nano yağ enjeksiyonları şeklinde yapılmaktadır.
Dolgu maddesi uygulamalarında ise günümüzde en çok Hyalüronik asit, Kalsiyum hidroksiapatit ve polycaprolaktone içeren dolgu maddeleri kullanılmaktadır. Kalıcılıkları 6 ay ile 1,5 -2yıl arasında değişmektedir. Uygulandıkları bölgede su tutarak dolgunluk oluştururlar. Dolgu maddeler belirli periyodlarla tekrarlanması gereken maddeler olmakla beraber birkaç seanstan sonra birikici bir etki oluşturabilmektedir. Yüz bölgesinde; dudak, göz çevresi, elmacık kemikleri ve burun kenarından ağız köşesine inen katlantılar, çene ucu ve çene hattı (jawline) için farklı molekül yapılarında dolgu maddeleri kullanılmaktadır. Kalıcı dolgu maddeleri de var olmakla birlikte bu tür dolgu maddelerinin kullanılması oldukça risklidir. Kalıcı sertlik ve kitle oluşturma gibi sakıncaları vardır. Bu nedenle kalıcı dolgu maddeleri biz estetik cerrahlar tarafından pek tercih edilmemektedir. Dolgu maddesi kullanılacak ise etki süreleri geçici olan dolgu maddelerini tercih etmekteyiz.
Bebeklerin yüzüne baktığımız zaman, yüzdeki bazı doğal katlantıların aslında bebeklik döneminde bile var olduğunu görürüz, ancak bebek yüzünde var olan dolgunluk bu doğal katlantıların kötü değil güzel görünmesini sağlamaktadır. Yani yaşlı görünümün en temel nedenlerinden biri yüzdeki dokuların (yağ dokusu, kas dokusu, kemik doku ) zaman içinde atrofiye uğrayarak hacim kaybetmeleridir. Bu hacim kaybına bağlı olarak, deri sağlam olarak derin dokulara tutunduğu doğal katlantılar üzerinden yerçekiminin etkisi ile aşağı doğru hareket ederek sarkar. 30-40 yaş arasında başlayan bu durum henüz başlangıç aşamasında iken, cerrahi müdahaleye gerek kalmadan doldurma ( yağ dokusu transferi veya dolgu maddeleri enjeksiyonu ), yüzdeki kollajen liflerini ve deriyi derin dokulara bağlayan asıcı bağ dokusunu güçlendiren yöntemlerin ( derin dokuları etkileyen lazer, radyofrekans (altın iğne) ve ultrasonik uygulamalar ı (HİFU) ile yaşlanma geciktirilebilir ve yüzde genç görünüm 45-50 yaş civarına kadar korunabilir. 30-50 yaşları arasında belirli aralarla yapılan bu ameliyatsız estetik uygulamaları aslında yaş alma sürecine karşı bir koruyucu hekimlik gibi görülmelidir. Bu anlamda bu uygulamalardan mucize değişimler beklemek doğru değildir. Ancak 30- 50 yaşları arasında hiçbir uygulama yaptırmadan bu dönemi geçiren kişiler ile, bu dönemi yaş almaya karşı koruyucu ve geciktirici olan; dolgu (hyalüronik asit, Kalsiyum hidroksi apatit, Polikaprolakton içerikli), botilinum toksin ( botoks), lazer, radyofrekans ( altıniğne, iğnesiz RF), ultrasound (HİFU), mezoterapi, PRP, gençlik aşıları gibi yöntemlerden faydalanarak 30-50 yaşlarını değerlendiren kişiler arasında yaşllılık belirtilerinin görünmrsi anlamında belirgin farkla ortaya çıkmaktadır.
Bu dönemde yüzdeki mimik aktivitelere bağlı olarak ortaya çıkan ve özellikle alın, göz çevresi, kaşların arasındaki ince kırışıklıklar da Botilinum toksin-A ( Botoks) uygulamaları ile giderilmelidir.
Bazen Botilinum toksin-A uygulamaları kırışıklıklar henüz oluşmamışsa bile, ileride de oluşmasın veya geç ve az oluşsun diye 30 yaşlarında hatta daha da önce koruyucu hekimlik amacıyla da uygulanabilmektedir.
Ben ve ekibim tüm sorularınızı yanıtlamaktan memnuniyet duyarız.